14 Haziran 2012 Perşembe

Önemli Açıklama: Maddenin Ardındaki Sır Konusu Vahdet-i Vücut Değildir

Maddenin ardındaki sır konusu, bazı kişilerin itirazlarına neden olmaktadır. Sözkonusu kişiler, bu konunun özünü yanlış anladıkları için, bu konunun vahdet-i vücut öğretisi ile aynı olduğunu iddia etmektedirler.



Öncelikle şunu belirtelim ki, bu eserlerin yazarı ehl-i sünnet inancına sıkı sıkıya bağlıdır ve vahdet-i vücut öğretisini savunmamaktadır. Ayrıca unutmamak gerekir ki, vahdet-i vücut öğretisi Muhyiddin İbn Arabî gibi çok büyük İslam alimleri tarafından savunulmuştur.


Vahdet-i vücut düşüncesini anlatan birçok önemli İslam aliminin, geçmişte, bu kitaplarda yer alan bazı konuları tefekkür ederek anlattıkları doğrudur. Ancak bu eserlerde anlatılanlar vahdet-i vücut düşüncesi ile aynı değildir.

Nasıl Bir Dünyada Yaşıyorsunuz?

Sert bir zeminin üzerinde uzanan, içinde insanların, ağaçların, denizlerin veya binaların bulunduğu, üzerinde bulutların gezindiği, daha yukarıda dev bir uzay boşluğunun uzandığı bir dünya mı burası?

Siz de bu dünyanın içindeki milyarlarca insandan birisi misiniz?

Eğer bu sorulara "evet" cevabı verirseniz yanılmış olursunuz.

Eğer bu sorulara "evet" cevabı veriyorsanız, sizin için çok önemli olan bir gerçeği muhtemelen hayatınız boyunca göz ardı etmişsiniz demektir.

Çünkü siz üstte tarif edildiği gibi bir dünyada yaşamıyorsunuz. Aslında dünyanız çok daha küçük. Bu dünyanın içinde, değil milyarlarca kilometrelik mesafeler ya da ışık yılı uzaklığındaki galaksiler, birkaç metrelik bir uzaklık dahi yok. Siz aslında çok küçük ve kapalı bir mekanda yaşıyorsunuz: dev bir kulenin tepesindeki küçücük, kapısı mühürlenmiş bir odada. Bu odadan hayatınız boyunca hiç çıkmadınız. Bu odayı terk edip hiçbir yere gidemediniz. Sadece, odanın duvarlarına yansıtılan farklı şekiller, insanlar, mekanlar gördünüz. Odanın içindeki gizli hoparlörlerden çıkan sesleri duydunuz. Gerçekte kulenin tepesindeki bu küçük odada sizden başka hiç kimse yok. Yapayalnızsınız!
Söz konusu kule sizin bedeniniz, bu kulenin tepesindeki küçük oda (yani sizin dünyanız) ise beyninizdir.


Beyniniz, sizin içinden hiçbir zaman çıkamadığınız kapalı bir odadır; çünkü sizin aslını gördüğünüzü zannettiğiniz herşey, aslında beyninizin görme, işitme veya dokunma merkezlerinde duyumsadığınız algılardan ibarettir. Hiçbir zaman algılarınızı aşıp "gerçek madde"ye, dışarıda var olan maddenin aslına asla ulaşamazsınız. Beyninizin görme merkezine gelen elektrik sinyallerini seyreder, hiçbir zaman bu sinyallerin gerçek kaynağını göremezsiniz. Adeta, kapalı odanızın duvarındaki sinema perdesini seyreder, ama hiçbir zaman perde üzerindeki görüntülerin aslına ulaşamazsınız.



Bu kitapta size bu gerçeği anlatacağız. Burada anlatılanlar, şimdiye kadar alışmış olduğunuz pek çok düşünce ve kavramla büyük olasılıkla ters düşecektir. Ancak burada anlatılanlar, felsefi bir görüş ya da farklı bir yorum biçimi değil, bilimin ortaya koyduğu delillere dayanan somut bir gerçektir. Bu nedenle, alışkanlıklara dayanmadan, akıl ve mantıkla düşünüldüğünde bu gerçeğin reddedilmesi mümkün değildir.

Ve unutmayın ki, gerçeği göz ardı etmek, düşünmemek insanlara hiçbir şey kazandırmaz. Eğer kişi, "hayır ben kapalı bir odada değil, dev bir evrenin içindeki bir gezegenin üzerinde yaşıyorum" diyorsa, bunu ispat etmesi gerekir. İspat edemediği halde böyle bir düşünceye körü körüne inanmak, insanı ancak yanılgılara sürükler.

Beyindeki Küçük Dünya

Insanlar, oldukça inandırıcı görünen görüntülere aldanabilir ve bu görüntüleri "gerçek madde" sanabilirler.


Tarihteki ilk "sinema gösterisi", bunun ilginç bir örneğidir. 1895 yılında Auguste ve Louis Lumierez adlı iki Fransız mucidin Paris'te yaptıkları bu ilk gösteride, istasyona yaklaşmakta olan bir trenin görüntüsü perdeye yansıtılmış, ancak salondaki izleyicilerin çoğu, trenin kendilerini ezeceğinden korkarak panik halinde dışarı kaçmışlardır.


1895 yılındaki ilk sinema gösterisi


1895 yılındaki ilk sinema gösterisinde izleyiciler, sinema perdesindeki treni gerçek zannedip panik halinde dışarı kaçmışlardır.

Kulenin Zirvesindeki Küçük Adam

Bir önceki bölümde incelediklerimizi kısaca özetleyelim: Bizim gördüğümüz, duyduğumuz, dokunduğumuz ve adına "madde" dediğimiz şeylerin aslını hiçbir zaman bilemeyiz. Biz aslında beynimizde izlediğimiz algılarla muhatap oluruz. Hiçbir zaman beynimizden dışarı çıkıp gördüklerimizin, duyduklarımızın, dokunduklarımızın aslıyla muhatap olamayız, bunların asıllarının nasıl olduğunu kontrol edemeyiz. Rüya ile gerçek hayat arasında teknik bir fark yoktur, her ikisini de beynimizde görürüz. Bizim çok büyük sandığımız dünya, aslında beynimizin içine sıkışmış bir algılar bütünüdür. Bizden milyarlarca kilometre uzakta sandığımız dev galaksiler, beynimizdeki görüntü merkezinde yer alan, yani bizim "uzağımızda" değil, aksine "içimizde" var olan algılardır.




Bu, insanların çoğunun, belki de tamamına yakınının habersiz olduğu çok büyük bir gerçektir. Ama başkalarının bu gerçekten habersiz olması, bizim için bir bahane oluşturmaz. Çünkü söz konusu "başkalarını" da beynimizin içinde görürüz. Bir görüntüyle muhatabız ve gördüklerimizi anlamakla sorumlu olan biziz. Gördüğümüz insanların hepsi bize "bu dünyanın aslını görüyorsunuz, kopyasını değil " dese de, bu bir şeyi değiştirmez. Rüyanızda da binlerce insanın bir ağızdan "bu bir rüya değil, gerçek" dediklerine tanık olabilirsiniz. Ama biraz sonra rüya biter ve bu kişiler bir anda kaybolurlar. Çünkü birer algı olmak dışında, zaten hiç var olmamışlardır. Gerçek hayat da bir gün -ölümle birlikte- böyle bitecek ve gördüğümüz tüm varlıklar (bize "bu, dünyanın aslı" diyen insanlar dahil) kaybolup gidecekler, onların yerine yepyeni bir alem karşımıza çıkacaktır. Bu, ahiret alemidir.

Kuleye İnanmanın Saçmalığı


Kuledeki küçük adam, bizim iddiamız değildir. Materyalistlerin iddia ettikleri düşüncenin doğal bir sonucudur. Maddenin varlığının mutlak olduğu yanılgısında ısrar eden, bizim maddenin dışarıda var olan aslıyla muhatap olduğumuzu savunan bir materyalist, bu ilginç sonucu savunmak durumundadır. Çünkü, gördüğü ve hissettiği bedeninin dışında, bu bedeni ve onun bulunduğu alanı tepesinde taşıyan bir başka beden daha bulunduğunu iddia etmektedir.


beynimizdeki evren
Materyalistlerin iddiaları düşünüldüğünde, beyninin içinde taşıdığı evrenle birlikte gezen, nereye gittiğini kimsenin bilmediği koca bir devin insan olduğu sonucuna varmak gerekir ki bu iddianın saçmalığı ortadadır.
Bunu detaylı olarak düşündükçe, materyalist iddianın ne denli saçma bir tablo çizdiği açıkça görülür.
Aslında materyalistler, kendilerine bile ürkütücü gelecek bir canlıyı insan olarak tarif etmektedir. Bu korkutucu manzarayı biraz tarif edelim: Materyalist, tüm evreni kafasının içinde minik bir yerde taşıyıp, ona yakından bakan dev birini tarif etmektedir. Güneş, Ay, yıldızlar ve tüm ışık kaynakları beyninin içinde olduğu için de, söz konusu dev, kaçınılmaz olarak karanlıkta gezmektedir. Bu devin bacakları ve kolları -bizim ölçülerimize kıyasla- yüzlerce metre uzunluktadır. Yani materyalist, derin karanlıkta, beyninin içinde taşıdığı evrenle birlikte gezen, nereye gittiğini kimsenin bilmediği koca bir devin insan olduğu sonucuna varır.



Ancak dikkat edilirse, söz konusu dev adamın varlığına inanmak, sadece materyalist felsefenin bir gereğidir. Çünkü gördüğümüz ve dokunduğumuz bedenimizin aslıyla muhatap olduğumuza inanmak için başka hiçbir gerekçe yoktur. Böyle bir bilgiye niçin inanalım? Bunun gerçek olduğuna dair dair hiçbir kanıt yokken, hiç kimse böyle bir beden görmemiş, duymamış, ona dokunmamış, yaptığı herhangi bir şeyin izine rastlamamış iken, niçin bu garip dev adamın varlığını kabul edelim?
Materyalist felsefeyi körü körüne kabul etmek dışında, böyle hayali bir maddesel adamın varlığına inanmak için bir sebep yoktur.

His ve Vehim Mertebesinde Yaratılmış olan Madde

Sonuç


Bu kitapta, diğer bazı kitaplarımızda detaylı olarak incelediğimiz "maddenin aslı" konusunu farklı bir açıdan inceledik. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Harun Yahya, Hayalin Diğer Adı: Madde, Kültür Yayıncılık, 2001) 


Kuledeki küçük adam örneği bize dikkat çekici bir gerçeği göstermektedir:
Eğer maddenin aslıyla muhatap olduğunuza inanıyorsanız, o zaman sizin gerçek bedeniniz, şu anda gördüğünüz bedeniniz olamaz.


"Dışarıda", yani zihninizin dışında, hiç görmediğiniz, hissetmediğiniz bir başka beden daha olmalıdır.
Ve bu beden, sizin şu anda gördüğünüz bedeninizden kat kat daha büyük bir "dev"dir.
Siz de, adeta bir kulenin tepesindeki kapalı bir odaya hapsedilmiş bir mahkumsunuzdur.
Bir başka deyişle, büyük ihtimalle hayatınızın başından bu yana kabul edegeldiğiniz "bedenim bu dünyanın üzerinde yaşıyor, ben de bedenimden dışarı bakıyorum" şeklindeki varsayım, hatalıdır. Böyle bir şey mümkün değildir.


Bundan daha akılcı olan sonuç ise, "kule" diye bir şey olmadığını kabul etmektir. Çünkü bunun varlığına dair hiçbir kanıt yoktur. Bize böyle bir şeyin varlığını düşündüren tek neden, maddenin aslını bildiğimize olan önyargıdır.


Bu önyargıdan kurtulduğumuzda ise dünyanın gerçekte çok daha farklı bir yer olduğunu kavrarız:
Gördüğümüz ve hissettiğimiz herşey, Allah'ın bizim ruhumuza gösterdiği algılardır. Tek mutlak varlık ise, herşeyin Yaratıcısı olan, alemlerin Rabbi Yüce Allah'tır.


manzara

Kuledeki Adam Hakkında Yorumlar

Günümüzdeki Bilim Adamları ve Düşünürlerin Bu Konudaki Yorumları

Elinizdeki kitap yayına hazırlanırken, burada açıklanan gerçekler hakkında bazı bilim adamları ve düşünürlere sorular yöneltilmiştir. Batı'daki saygın üniversitelerin öğretim üyelerine internet üzerinden gönderilen mesajlarla, kendilerine maddenin aslına ulaşamadığımız gerçeği açıklanmış ve konudaki yorumları sorulmuştur. Cevap verenlerin büyük bölümü, bunun çok önemli bir konu olduğunu, materyalist düşüncenin bu soruya bir cevap getiremediğini, kendilerinin de bu konuda bir açıklama yapamadıklarını belirtmişlerdir. Aşağıda, bu cevapların bir kısmı yer almaktadır. (Mesajlar, İngilizce orijinallerinden tercüme edilmiştir.)
 
Dış dünyanın, beynin uyarıları nasıl yorumladığı ile hiç ilgisi olmaması da mümkündür. Bana göre her açıdan karşılık bulması için en kolay yol, aynı olmasıdır. Bu nedenle algılayışımız dış dünyanın tıpatıp aynısı olmasa da buna çok yakın olmalıdır. Beynimiz su dolu bir teneke içinde yüzerken, bir bilgisayar sinirler boyunca elektrik impulsları gönderiyor olabilir.
Peki ya insanlar bu konudan neden rahatsız oluyor sorusuna gelince. Sanırım insanlar dış dünyada kendilerine bir yer bulmakla çok fazla uğraşıyorlar ve kendi bilmedikleri sanal bir dış dünyada kendi yerlerini aramak istemiyorlar.

Bu çok ilgi çekici düşünceler için teşekkürler.


Denis Cousineau,
Montreal Üniversitesi, KANADA
Psikoloji Bölümünde Doçent
 
…Teşekkürler! Değindiğiniz noktalar hayranlık verici… İnsanlar güvendikleri şeyin, düşündükleri, bildikleri gibi olmadığını düşünmek istemezler veya inançlı kişilerse nefislerinin sorgulanmasını istemezler.


Fakat bana göre inanç ve bilim karşıt olamaz ve öyle de değiller. Bunlar gerçekliği bilmenin farklı yolları. Fakat her ikisi de tek bir Yaratıcı'dan olduğu için sonuçta anlaşmazlığa düşmeleri mümkün değildir. Bu nedenle bilim adamlarına yaratılış hakkındaki keşifleri konusunda müteşekkir olmalıyız ve Yaratıcı'nın bizim bilgimiz dışında, ifademiz dışında olduğunu unutmamalıyız. Çünkü Yaratıcı sonsuzdur ve yaratılanlar ise sonludur… Bu ilgi çekici bilgi için teşekkürler.