Materyalistlerin iddiaları düşünüldüğünde, beyninin içinde
taşıdığı evrenle birlikte gezen, nereye gittiğini kimsenin bilmediği
koca bir devin insan olduğu sonucuna varmak gerekir ki bu iddianın
saçmalığı ortadadır.
|
Aslında materyalistler, kendilerine bile ürkütücü gelecek bir canlıyı insan olarak tarif etmektedir. Bu korkutucu manzarayı biraz tarif edelim: Materyalist, tüm evreni kafasının içinde minik bir yerde taşıyıp, ona yakından bakan dev birini tarif etmektedir. Güneş, Ay, yıldızlar ve tüm ışık kaynakları beyninin içinde olduğu için de, söz konusu dev, kaçınılmaz olarak karanlıkta gezmektedir. Bu devin bacakları ve kolları -bizim ölçülerimize kıyasla- yüzlerce metre uzunluktadır. Yani materyalist, derin karanlıkta, beyninin içinde taşıdığı evrenle birlikte gezen, nereye gittiğini kimsenin bilmediği koca bir devin insan olduğu sonucuna varır.
Ancak dikkat edilirse, söz konusu dev adamın varlığına inanmak, sadece materyalist felsefenin bir gereğidir. Çünkü gördüğümüz ve dokunduğumuz bedenimizin aslıyla muhatap olduğumuza inanmak için başka hiçbir gerekçe yoktur. Böyle bir bilgiye niçin inanalım? Bunun gerçek olduğuna dair dair hiçbir kanıt yokken, hiç kimse böyle bir beden görmemiş, duymamış, ona dokunmamış, yaptığı herhangi bir şeyin izine rastlamamış iken, niçin bu garip dev adamın varlığını kabul edelim?
Materyalist felsefeyi körü körüne kabul etmek dışında, böyle hayali bir maddesel adamın varlığına inanmak için bir sebep yoktur.
His ve Vehim Mertebesinde Yaratılmış olan Madde
Bu durum bizi çok önemli bir gerçeğe götürür: Muhatap olduğumuz dünya bir algılar dünyası olduğuna göre, tüm bu algıları sonsuz bilgi, akıl ve güce sahip olan bir Yaratıcı yaratmakta ve bize göstermektedir. O Yaratıcı, Kuran'da geçen ifadeyle "alemlerin Rabbi" olan Yüce Allah'tır.Bu büyük gerçeğin daha da açık ifadesi şudur: Tüm varlıkları Allah yoktan yaratmıştır. Ancak tüm varlıklar, İslam alimlerinin ifadesiyle "his ve vehim" mertebesinde, yani birer algı olarak yaratılmıştır. Allah insana Kendi ruhundan üflediği için, insan bu algıların bir kısmını algılar ve bunlara "dünya, evren, madde, cisim" gibi isimler verir. Bu isimleri de zaten insana Allah öğretmiştir. Allah'ın yaratmış olduğu bu algıların hepsi, O'na kayıtsız şartsız boyun eğmiştir ve O'nun dilemesiyle hareket eder. Yaratılmış varlıkların Allah'tan bağımsız bir varlığı yoktur. Ancak Allah gerçektir, diğer herşey O'nun vehim mertebesinde yarattığı hayallerdir.
İslam tarihinin en büyük alimlerinden biri olarak kabul edilen İmam Rabbani, Mektubat adlı eserinde bunu şöyle açıklamıştır:
Var olan Allah idi, onunla bir şey yoktu.
Vakta ki, saklı kemalatının zuhura gelmesini murad etti (açığa çıkmasını istedi); isimlerinden her birine bir mazhar (görünme yeri) talep etti. Ta ki, o mazhara, kemalatını tecelli ettire. Onun vücud mazhariyetini ve tevabiini ise, ademden (yokluktan) başka bir şey kabul etmedi. Çünkü... vücudun (varlığın) mukabili ve mübayini (tersi), yalnız ademdir (yokluktur).
Mana üstte anlatıldığı gibi olunca, Sübhan Hak, kemal-i kudreti ile, adem (yokluk) aleminde isimlerden her bir isim için mazharlardan bir mazhar tayin etti. Ve onu, his ve vehim mertebesinde yarattı. Hem de dilediği vakitte ve istediği şekilde... Alemin sübutu (sabitliği), his ve vehim mertebesinde olup hariç mertebede değildir... Hariçte (dışarıda) dahi, yüce Vacib Zat'ın (Allah'ın) zat ve sıfatlarından başkası da sabit ve mevcud olmaya... (Mektubat-ı Rabbani, 470. Mektup, çev. Abdulkadir Akçiçek, Çile yayınevi, 1983, s. 517-18)İmam Rabbani, bir başka mektubunda ise, tüm maddi alemin sadece vehim mertebesinde yaratılmış olduğunu bir kez daha şöyle vurgular:
Yukarıda şöyle bir cümle kullandım: 'Sübhan Hak'kın halkı (Allah'ın yaratışı), his ve vehim mertebesindedir.' Bunun manası şu demeye gelir: 'Allah-u Teala, eşyayı öyle bir mertebede yaratmıştır ki, o mertebede eşya için his ve vehimden gayrı bir yerde sübut (sabitlik) ve husul (varlık) yoktur. (Mektubat-ı Rabbani, 357. Mektup, çev. Abdulkadir Akçiçek, Çile yayınevi, 1983, s. 163)
Dikkat edilirse, İmam Rabbani, bizim gördüğümüz alemin, yani tüm varlıkların "vehim mertebesinde", yani algı düzeyinde yaratıldığını özellikle vurgulamaktadır. Bu vehim mertebesindeki alemin dışında (hariçte) ise sadece Allah'ın Zatı vardır.
... Tümünüzün dönüşü Allah'adır.
O, size yaptıklarınızı haber verecektir.
(Maide Suresi, 105)
O, size yaptıklarınızı haber verecektir.
(Maide Suresi, 105)
... Onlar, dünya hayatından dışta olanı bilirler.
Ahiretten ise gafil olanlardır.
(Rum Suresi, 6-7)
Ahiretten ise gafil olanlardır.
(Rum Suresi, 6-7)
Materyalizm: Dünya Hayatının Gerçek Zannedilen Zahiri Yorumu
Burada anlattığımız gerçek, kavrandığında, insanların hayata olan bakışını kökten değiştirecek çok büyük bir sırdır.İnsanların çok büyük bir bölümü, bu sırdan habersiz yaşar. Gözleriyle gördükleri, elleriyle tuttukları ve adına "madde" dedikleri algıları mutlak birer gerçek zannederler. Bu yanılgıya düşen insanların iki bakış açısı mevcuttur:
1) Materyalizm: Maddeyi mutlak gerçek sanan insanların bir bölümü, madde dışında bir şey bulunmadığı yanılgısını ileri sürer. Bu batıl inancın felsefedeki ismi materyalizm, yani maddeciliktir. Materyalistler Allah'ın apaçık olan varlığını cahilce inkar ederler. Ruhun varlığını ve ölümden sonra yaşamın varlığını da inkar ederler.Bu iki bakış açısı da büyük bir yanılgıdır ve dünyanın gerçek mahiyetini kavrayamamaktan kaynaklanmaktadır. Allah bu gerçeği Kuran'da şöyle haber verir:
2) Yarı Materyalizm: Maddeyi mutlak gerçek sanan insanların bir bölümü de, maddenin dışında da bir varlık boyutu bulunduğuna inanır, ancak yine de maddenin "mutlak varlık" olduğu, diğer varlık boyutunun buna göre daha izafi olduğu zannındadır. Yaygın olarak kullanılan "metafizik" (fizik ötesi) veya "doğa üstü" gibi kavramların altında bu yanılgı yatar. Bu inanca sahip insanlar, maddenin mutlak bir varlığa sahip bulunduğunu, Allah'ın ise (Allah'ı tenzih ederiz) adeta radyo dalgaları gibi olduğunu zannederler. Allah'ın "gökte" veya evrenin bir başka yerinde bulunduğu gibi batıl inanışlar da aynı yanılgının sonuçlarıdır.
O, dilediğine yardım eder. O, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir.
(Bu,) Allah'ın va'didir; Allah, vadinden geri dönmez. Ancak insanların
çoğu bilmezler. Onlar, dünya hayatından dışta olanı bilirler. Ahiretten
ise gafil olanlardır. (Rum Suresi, 5-7)
İçinde büyük bir televizyon ekranı olan kapkaranlık bir odaya
girdiğinizi düşünün. Dışarıdaki dünyayı yalnızca bu odanın içindeki
ekrandan seyredecek olsanız, doğal olarak bir süre sonra sıkılıp dışarı
çıkmak istersiniz. Bir an düşünün, şu anda da bulunduğunuz mekan farklı
değil. Bir kutu gibi kapkaranlık ve küçük kafatasınızın içinde dış
dünyaya ait görüntüleri bir ömür boyu seyredersiniz. Ama beyninizdeki
ekranda oluşan görüntüleri, bu dar yerden hiç çıkmadan ve hiç sıkılmadan
izlersiniz. Üstelik size herşeyi bir ekrandan seyrettiğinizi söyleseler
buna kesinlikle inanmazsınız. Gördüğünüz görüntü, o kadar inandırıcıdır
ki, binlerce yıldır milyarlarca insan bu büyük gerçeğin farkına
varamamıştır.
Bu batının önemli bir yönü, mekan kavramının ortadan kalkmasıdır.
Mekan Kavramının Ortadan Kalkması
Madde dediğimiz herşeyin (kendi bedenimiz, etrafımızdaki cisimler, üzerine bastığımız zemin, güneş, gezegenler, yıldızlar vs.) aslında beynimizde algıladığımız halini biliriz; aynı rüyalarımızdaki gibi. Dolayısıyla bunların gerçekte nasıl olduklarını bilmeyiz.Bu gerçeği kavrayan insan, insanların çoğunun içine düştüğü yanılgılardan kurtulur. Bu yanılgıların başında, mekan kavramına olan inançtan kaynaklanan "Allah nerede" sorusu gelir. İnsanların çoğu Allah'ı (Allah'ı tenzih ederiz) uzakta, gökte veya evrenin bir başka köşesinde zannederler. Bu cahilce inanış, Kuran'da Firavun kıssasında belirtilmektedir. Firavun, büyük bir cahilikle, Mısır'ın Rabbinin kendisi olduğunu iddia ederken (Allah'ı tenzih ederiz) Allah'ın gökte olduğunu iddia etmiştir. Bunu haber veren ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
Firavun (alayla) dedi ki: "Ey Haman, bana yüksek bir kule bina et;
belki o yollara ulaşabilirim, göklerin yollarına. Böylelikle Musa'nın
ilahına çıkabilirim... (Mümin Suresi, 36-37)
Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (kıblesi) orasıdır. Şüphesiz ki Allah, kuşatandır, bilendir. (Bakara Suresi, 115)
Allah her yerde olduğu için, bize başka herşeyden daha yakındır. Bu, insanların çoğunun aldandığı "mesafe" algısını ortadan kaldıran bir gerçektir. İnsanlar genellikle kendi bedenlerinin yanında gördükleri varlıkları "yakın" olarak adlandırırlar. "Size en yakın cisim nedir" diye sorulsa, buna, "kıyafetlerim, saatim, gözlüğüm" diye veya "kendi bedenim" diye cevap vereceklerdir. Oysa Allah insana tüm bu sayılanlardan daha yakındır. Bir Kuran ayetinde bu sır şöyle haber verilir:
Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız. (Kaf Suresi, 16)
Göklerde ve yerde bulunanlar O'nundur; hepsi O'na 'gönülden boyun eğmiş' bulunuyorlar. (Rum Suresi, 26)
Mekanın bir algı olduğunun anlaşılması, ahiret hayatının nasıl
yaşanacağı konusundaki yanlış anlama ve kuşkuları da ortadan kaldırır.
Ahirete inanmayan ya da ahiretin varlığı konusunda kuşkusu bulunan
insanların çoğu, son derece sabit ve kararlı sandığı evrenin nasıl yok
olup da, bunun yerine cennet ve cehennemi içeren yepyeni bir alem
kurulacağını anlayamaz. Oysa sabit ve kararlı sandığı evren, Allah'ın
onun ruhuna gösterdiği bir algılar bütününden ibarettir. Bir algının yok
olup, yerine bir başkasının insana verilmesi ise Allah için çok
kolaydır. İnsan gece uyuduğunda gördüğü rüyadan nasıl bir anda
uyanabiliyor ve bambaşka bir aleme ("gerçek dünya" sandığı bu dünyaya)
geçiş yapabiliyorsa, dünya hayatından ahiret hayatına da o şekilde geçiş
yapacaktır. Sabit ve kararlı sandığı, oysa gerçekte Allah'ın her an
yaratmasıyla ayakta duran evren, büyük bir kıyametle yok olacak ve
ardından cennet ve cehennem yaratılacaktır.Maddenin bir hayal olduğunu, mekanın zihnimizdeki bir algı olduğu ve Allah'ın his ve vehim mertebesinde yarattığı bir dünyada yaşadığını anlayan insan, daha pek çok büyük sırra vakıf olur. İnsanların çoğundan farklı olarak, "sebepler" (yani Allah'ın yarattığı olaylar ve varlıklar) arasında boğuşmaktan kurtulur. Sebeplere ancak fiili dua olarak başvurur. Gerçekte ise her hayrın ve şerrin Allah'tan olduğunu bilir ve her işinde O'na dua edip O'ndan yardım ister. Mal ve mülk hırsına kapılmaz. İnsanların gözlerinde büyüttükleri malların ve mülklerin; örneğin görkemli evlerin, lüks arabaların, pahalı giysilerin, önemli makamların sadece zihnindeki haliyle muhatap olduğunu bildiği için bunlara bir değer vermez. Bilir ki Allah bu gösterişli süsleri insanları denemek için yaratmıştır. Bunları dileğine verir, dileğinden geri alır.
Maddenin ve mekanın bir hayal olduğunu anlayan insan, Allah'tan başka herhangi bir varlıktan korkmaktan da kurtulur. Gördüğü herşey Allah'ın yarattığı algılardır ve Allah'ın izni olmadıkça hiç kimse ona bir şey yapamaz. Kendisinden çekinip-korkulmaya layık olan tek varlık Allah'tır. Bunu kavrayan insan, Allah'ın "Onlar Allah'ın risaletini tebliğ edenler, O'ndan içleri titreyerek-korkanlar ve Allah'ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır" (Ahzab Suresi, 39) ayetiyle tarif ettiği peygamberlerin üstün ahlakına kavuşmuş olur.
... Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.
(Al-i İmran Suresi, 185)
(Al-i İmran Suresi, 185)
Allah'ın Belirlediği Sebep-Sonuç İlişkileri
Maddenin ve mekanın bir hayal olduğunu anlayan insan, diğer insanların bilmediği çok önemli bir sırrı daha kavrar: Dünyada geçerli olan sebep-sonuç ilişkileri, maddenin fiziksel özelliklerinin sonucunda veya insanlar arasındaki ilişkilerin neticesinde oluşmamaktadır. Madde bir algı olduğuna göre fiziksel bir etki sahibi olamaz. Her fiziksel etki, ayrı ayrı hayal olarak yaratılır. Örneğin atılan bir taş camı kırmaz; taşın atılması ve camın kırılması görüntüleri ayrı ayrı yaratılır. Gemileri suda yüzdüren "suyun kaldırma kuvveti" veya kuşları havada tutan "havanın kaldırma kuvveti" de birer hayal olarak yaratılır. Dolayısıyla aslında bu gibi "kuvvetler"in hepsi, gerçekte Allah'a aittir. Bu gerçeğe Kuran ayetlerinde şöyle dikkat çekilir:
Onlar, üstlerinde dizi dizi kanat açıp kapayarak uçan kuşları
görmüyorlar mı? Onları Rahman'dan başkası tutmuyor. Şüphesiz O, herşeyi
hakkıyla görendir. (Mülk Suresi, 19)
Görmedin mi, Allah, yerdekileri ve denizde onun emriyle akıp giden
gemileri, sizin yararınıza verdi. Ve izni olmadıkça, göğü yerin üstüne
düşmekten alıkoyar. Şüphesiz Allah, insanlara karşı şefkatlidir, çok
merhametlidir. (Hac Suresi, 65)
Ey iman edenler, üzerinizdeki (yükümlülük) kendi nefislerinizdir. Siz
doğru yola erişirseniz, sapan size zarar veremez. Tümünüzün dönüşü
Allah'adır. O, size yaptıklarınızı haber verecektir. (Maide Suresi, 105)
Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde
bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların
karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 97)
Bunun gibi diğer pek çok sır, iman edenler için dünyayı bambaşka bir
yere çevirir. İnkar edenler için dünya hayatı (sahip oldukları tüm mal,
mülk, makam ve ihtişama rağmen) türlü sıkıntı, korku, endişe ve
gerilimle dolu bir azap yeri iken, müminler için cennetin bir numunesine
dönüşür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder