Hic Düsündünüz Mü ?

UÇAKLA OKYANUSU GEÇEN BİR İNSAN, ASLINDA BEYNİNDEKİ UÇAKTA SEYAHAT EDER VE BEYNİNDEKİ OKYANUSUN ÜZERİNDEN GEÇER


    Her insan hayatı boyunca beyninin içinde yaşar ve hiçbir şekilde beyninin dışına çıkamaz. Gördüğümüz her görüntüye, duyduğumuz her sese, dokunduğumuz her cisme, tattığımız her lezzete dair algılar, elektrik sinyallerinin beynimizde oluşturduğu hislerdir. Biz ne tattığımız bir meyvenin, ne duyduğumuz bir sesin ne de gördüğümüz bir görüntünün beynimizin dışındaki aslına asla ulaşamayız. Hayatımız boyunca, bu asılların beynimizde oluşan algılarını seyrederiz.


     Örneğin, uçakla bir ülkeden bir diğerine giden, okyanuslar geçen bir insan aslında beyninde oluşan görüntüler arasında seyahat eder. Havalanının görüntüsü, gürültüsü, uçak saatlerinin anonsu, uçağın motorunun sesi, uçağın havalanırken insanda oluşturduğu his, bulutlar, aşağıda kalan şehir görüntüsü, okyanus, uzaklık hissi, uçak koltuğunun döşemesinin verdiği his... Bunların tamamı beyindeki küçücük algı merkezlerinde algılanır.
     Beynin içindeki bir santimetreküplük görme merkezinde oluşan uzaklık hissi ise Allah'ın yaratışının büyük bir mucizesidir. Allah, bu kadar küçük bir noktada yarattığı görüntüler arasında kilometrelerce uzak gibi algılanan mesafe algısını da yaratmaktadır. Uçaktan altındaki okyanusa bakan bir insan aslında beynindeki uçaktan beynindeki okyanusa bakmaktadır. Aradaki yükseklik ise Allah'ın beyninin içinde yaşayan insana yarattığı bir algıdır.
     Bu noktada karşımıza büyük bir gerçek daha çıkmaktadır: Kilometrelerce aşağıdaki okyanusu gören, uçağın motorunun gürültüsünü duyan, uçak koltuğunun sertliğini hisseden beynin içindeki hücreler, sinirler olamaz.


Peki bu hisleri algılayan kimdir? Materyalistlerin asla cevap veremeyecekleri bu sorunun cevabı, Allah'ın yarattığı ruhtur. Tüm bu hisleri yaşayan ruhumuzdur.
     Allah'ın yaratışındaki bu muhteşem sanatı, bu olağanüstü ilmi, sonsuz aklı, benzersiz yaratışı siz de mutlaka daha detaylı öğrenmeli ve bu yaratılış mucizesinden sonuç çıkarmalısınız.
 Kendi nefisleri konusunda düşünmüyorlar mı? Allah, gökleri, yeri ve bu ikisi arasında olanları ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre (ecel) olarak yaratmıştır. Gerçekten, insanlardan çoğu Rablerine kavuşmayı inkar ediyorlar. (Rum Suresi, 8)


MADDE DIŞARIDA VARDIR, ANCAK BİZ MADDENİN ASLINA DUYULARIMIZLA ASLA ULAŞAMAYIZ


    
Televizyonda akşam haberlerini izlerken size televizyonun kaç metre uzağınızda olduğu sorulsa, muhtemelen birkaç metre dersiniz. Fakat doğru cevap bu değildir. Çünkü televizyon "birkaç metre" ileride değil, içinizde, beyninizdeki algı merkezinizdedir. Sizin gördüğünüz dışınızdaki televizyon değil, beyninizdeki görme merkezinizde oluşturulan televizyon görüntüsüdür. Dışarıdan, ışık yoluyla gelen mesaj, hücreleriniz tarafından elektrik sinyaline dönüştürülür ve beyninize giden bu elektrik sinyali bir görüntü olarak algılanır.


     Bu gerçek Allah'ın çok büyük bir mucizesidir. Çünkü Allah, etten, yağdan, proteinden oluşan minicik bir noktada renkli, ışıklı, derinlik hissi veren, hiçbir bulanıklığı, kayması veya kararması olmayan, kusursuz netlikte ve kalitede bir görüntü yaratmaktadır. Dahası, yine aynı beynin başka küçük bir noktasında bu görüntüye eşlik eden, onunla büyük bir uyum içinde olan son derece kaliteli, çok yönlü, pürüzsüz, hışırtısız bir ses de yaratmaktadır.


     Şu bilimsel bir gerçektir ki, herkes kafatasının içinde beynine yerleştirilmiş küçücük bir odada yaşar aslında. Hiçbir insan, ne yaparsa yapsın kafatasının içindeki bu odadan dışarı asla çıkamaz. Beyninde gördüklerinin asıllarına asla ulaşamaz.


     Bu bilimsel gerçek, Allah'ın yaratışındaki ihtişamı ve benzersizliği göstermesi açısından çok önemlidir. Allah, Hz. Adem'den itibaren, bugüne kadar yaşamış olan tüm insanların beyinlerinde ayrı ayrı hayatlarını yaratmış, milyarlarca insana ayrı ayrı rengarenk, ışıl ışıl, uzaklık hissi olan görüntüler göstermiş, kuş seslerini, en güzel besteleri, büyük bir şelalenin gürlemesini, gök gürültüsünü, arının vızıltısını dinletmiştir. Daha da çarpıcı olanı, Allah tüm algıları o kadar büyük bir uyum ve kusursuzlukla yaratmıştır ki, bu insanların büyük bir çoğunluğu aslında beyinlerinin içindeki görüntüyü seyrettiklerini, beyinlerinin içindeki sesi dinlediklerini farketmemişlerdir. Hep dışarıdaki varlıkların aslını görüp, duyduklarını, onlarla konuştuklarını, onlara dokunduklarını sanmışlardır.

     Bu önemli gerçeği unutmayın:


Maddenin aslına asla ulaşamayız. Biz ancak beynimizde gördüklerimizi yaşarız


DARWINİST-MATERYALİSTLERİN CEVAPLAYAMADIKLARI ÖNEMLİ BİR SORU: Beynin içinde, ışıl ışıl renkli bir dünyayı seyreden, senfonileri, kuşların cıvıltılarını dinleyen,gülü koklayan kimdir?



     İnsanın gözlerinden, kulaklarından, burnundan gelen uyarılar, elektrik sinyali olarak beyne gider. Peki beyinde, bu elektrik sinyallerini görüntü, ses, koku ve his olarak algılayan kimdir? Beynin içinde göze, kulağa, burna ihtiyaç duymadan tüm bunları algılayan bir şuur bulunmaktadır. Bu şuur kime aittir?

Herşeyin maddeden ibaret olduğunu zanneden Darwinist-materyalistler bu sorulara hiçbir cevap verememektedirler.      Sakın unutmayın Darwinist-materyalist ideolojinin temel iddialarını çökertmek sizin de elinizde.
     21. yüzyıl bu gerçeklerin tüm dünyada anlaşılarak kabul edildiği bir yüzyıl olacaktır. Türk milleti aklı, anlayışı ve vicdanı ile bu gerçekleri ilk anlayan ve ilk anlatan millettir.


HER İNSAN, TÜM HAYATINI BEYNİNDEKİ KÜÇÜK
MEKANDA YAŞAR


     Herkesin bildiği bir gerçek vardır: Görüntü, ses, koku, tat, dokunma duyusu beyinde hissedilen duyulardır. Yani dış dünyamızı aslında iç dünyamızda yaşarız. Bütün hayatımız, beynimizin içindeki küçük bir mekanda geçer. Dışarıyı, beynimizdeki televizyondan seyrederiz. Dışarıdan gelen elektrik sinyallerini beynimizdeki algı merkezinde koklarız. Dışarıdan gelen elektrik sinyallerini yine beynimizde sertlik olarak algılarız. Dışarıdan gelen elektrik sinyalleri beynimizdeki hoparlörde sese dönüşür.
Tüm bunları beynimizin içindeki birkaç santimetreküplük odamızda yaşarız ve hayatımız boyunca o odanın dışına asla çıkamayız. Her insan, kıtalar arası yolculuk yapan bir gezgin, ilk olarak aya ayak basan bir astronot, hayatı boyunca köyünden ayrılmamış bir çiftçi de olsa, beynindeki küçük odasının dışında bir yere kıpırdayamaz. Dışarıda var olan okyanusları, ormanları, gökyüzünü, ayı, güneşi, çiçekleri, meyvaları bu beynimizdeki küçücük odada görür, orada koklar ve seslerini orada dinleriz. Dışarıdaki asıllarına hiçbir zaman ulaşamadan beynin içinde tüm bu hisleri algılayan bir şuur vardır. Ancak elbette bu şuur beyni oluşturan sinirler, yağ tabakası, sinir hücrelerine ait değildir. Bu şuur, Allah'ın yarattığı ruhtur.
     Bu açık ve ilmi gerçeği okuyan her insanın, beynin içindeki birkaç santimetreküplük, kapkaranlık mekana tüm kainatı üç boyutlu, renkli, gölgeli ve ışıklı olarak sığdıran Yüce Allah'ı düşünüp, O'ndan korkup, O'na sığınması gerekir.


DÜNYA HAYATININ GERÇEĞİ, ALLAH'IN BEYNİMİZDE
İZLETTİĞİ KADERİMİZDİR

 
     Bir insanın hayatının tamamı, beş duyusu aracılığıyla beyninde kendisine gösterilen algılardan oluşur. Örneğin işine gitmek için yolda yürüyen bir insan aslında beyninin içindeki yolda yürür. Ayakları, yolun üzerindeki engebeler, yokuş aşağı giden yol, ayakkabısının ayağına verdiği rahatsızlık, kaldırımın yüksekliği, yürürken esen rüzgar, yanından geçen arabaların tamamı beyinde görülür ve hissedilir.


     Yolda yürürken esen rüzgarın etkisiyle gözüne toz kaçan bir insan, rahatsız olan gözünü hafifçe kaşıdığında bu gerçeği hissedecektir. Gözünü kaşımasıyla tüm yol görüntüsü, ağaçlar ve arabalar aşağı yukarı gidip gelecektir. Bu, televizyondaki bir görüntünün kayması gibidir. Televizyondaki sistem beyinde de vardır ve insan beynindeki televizyon ekranını seyreden bir insanla aslında aynı konumdadır. Nasıl ki televizyonda ne yayınlanırsa insan onu seyreder, gerçekte de insan kendisine duyuları aracılığıyla gösterilenleri beyninde seyreder.


     O halde beynin içinde bu görüntüleri gören, soğuk rüzgarı hisseden kimdir? Allah bize bu hisleri algılayan varlığın RUH olduğunu bildirmiştir. Bizim "hayatımız" dediğimiz şey, aslında kaderimizde yazılı olanın, ruhumuza Allah tarafından yaşattırılmasıdır.


BEYNİNİN İÇİNDE OLUŞAN EV GÖRÜNTÜSÜNÜ SEYREDEN KİM?



     Darwinist materyalistleri en çok tedirgin eden soru; "Beynin içinde oluşan üç boyutlu, ışıl ışıl, mükemmel görüntüyü GÖREN KİM?" sorusudur.      Bilindiği gibi, gördüğümüz herşey, beynimize ulaşan elektrik sinyallerinin oluşturduğu bir görüntüdür. Gözden gelen uyarılar, beynin görme merkezine ulaşır ve beyin bu küçücük noktada üç boyutlu, rengarenk, derinlik algısının kusursuz olduğu bir görüntü oluşturur.




     Biyoloji, fizyoloji veya biyokimya kitaplarında bu görüntünün beyinde nasıl oluştuğuna dair birçok detay okursunuz. Ancak, bu konu hakkındaki en önemli gerçeğe hiçbir yerde rastlayamazsınız: Görüntü beyinde oluşur, peki beyinde oluşan görüntüyü kim seyreder? Seyircisi olmayan bir görüntü işe yaramaz. O halde bu seyirci vücudun neresindedir? Beyinde, bu görüntüyü seyreden bir varlığa bugüne kadar rastlanmamıştır.
     Beyindeki görüntüyü izleyen etten kemikten oluşan bir varlık değildir. Bu varlık, insanın şuuru, yani ruhudur. Darwinist materyalistler ruhun varlığını kabul etmemek için bu sorudan hep kaçarlar. Konu açıldığında ise panik olarak, anlatan kişiyi susturmaya çalışırlar. Bunu, bir Darwinist-materyaliste bu soruyu sorarak deneyebilirsiniz.


HİÇ DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ?

     Akşam bir arkadaşınızla sohbet ederken, size arkadaşınızın sizden kaç metre uzağınızda olduğu sorulsa, muhtemelen birkaç metre ileride dersiniz. Fakat doğru cevap bu değildir. Çünkü arkadaşınız birkaç metre ilerinizde değil, içinizde, beyninizdeki algı merkezIndedir. Ama sesin geliş yönü ve arkadaşınıza dair üç boyutlu, derinlikli görüntünün toplamı size arkadaşınızın oturduğunuz yerden birkaç metre uzakta olduğunu düşündürür.
Bu hissiniz öylesine güçlüdür ki, aksini ispat ve ikna için şu an olduğu gibi- bir hayli açıklama yapmak gerekir. Oysa burada bahsettiğimiz konu bir felsefe veya bir düşünce sistemi değildir. "Maddesel dünya" dünya dediğimiz şeyin, beynimizdeki algı merkezlerinde yaratıldığı bugün bilimin de ispatladığı kesin bir gerçektir.

Karşınızda olduğunu düşündüğünüz televizyon, yanınızda çalan müzik seti, alarmını duyduğunuz araba, kokusunu hissettiğiniz güller, görmekten zevk aldığınız dostlarınız, tadını çok sevdiğiniz dondurma, kısacası tüm maddeler beyninizde oluşan hayallerdir.


ALLAH BİLMEKSİZİN BİR YAPRAK DAHİ DÜŞMEZ

Şu anda bu yazıyı okumakta olduğunuzu; Bir dakika sonra ne yapacağınızı;
Aklınızdan geçirdiğiniz şeylerin ne olduğunu;
Hayatınız boyunca yapacağınız her türlü işi;
Sadece kendinizin şahit olduğunu sandığınız herşeyi;
Allah bilmektedir...
Toplumun bazı kesimlerinde, çarpık bir kader anlayışı hakimdir. Bu çarpık kader anlayışında, Allah'ın insanlara bir "alınyazısı" belirlediği, ama o insanların kimi zaman bunu değiştirdikleri gibi batıl bir inanış vardır. Örneğin ölümden dönen bir hasta için "kaderini yendi" gibi çok yanlış ifadeler kullanılır. Oysa kimse kaderini değiştiremez. Ölümden dönen kişi, kaderinde ölümden dönmesi yazılı olduğu için ölmemiştir. "Kaderimi yendim" diyerek kendilerini aldatanların bu yanılgıyı dile getirmeleri yine kaderlerindedir.
Şahit olduğumuz ya da olmadığımız her türlü olay, Allah'ın bilgisi ve kontrolü altında gelişmektedir.
Kader Allah'ın ilmidir ve tüm zamanları aynı anda bilen ve tüm zamanlara ve mekanlara hakim olan Allah için, herşey kaderde yazılmış ve bitmiştir.
Gaybın anahtarları O'nun Katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır. (Enam Suresi, 59)
BEYNİN İÇİNDEKİ MUHTEŞEM SIR

      Beyin kabuğundaki birkaç santimetreküplük bir bölge, göz sinirlerimizden gelen uyarıların üzerinde toplandığı bir televizyon ekranı gibidir. Ve biz, daha doğrusu idrakımız, kapkaranlık kafatasının içinde, simsiyah beyin kabuğunun üzerine düşen renkleri, çeşitli ışık armonilerini, rengarenk bir kelebeği televizyon ekranından izler gibi izleriz. Tüm dünyamızı, bu beynimizdeki ekrandan görürüz.
     Kimbilir, gördüklerimizin asılları dışarıda nasıldır? Örneğin beynimizdeki ekranda seyrettiğimiz, kırmızılı, sarılı, mavili kelebeğin aslı, acaba yine aynı renklere mi sahiptir? Yoksa, bizim beynimizdeki görüntüsü mü sadece böyledir? Bu soruların cevabını hiçbir zaman bilemeyiz. Beynin içinde bu görüntüleri izleyen ruhumuz hiçbir zaman beynimizin dışına çıkıp, bu görüntülerin asıllarını göremez. Dolayısıyla gördüklerinin asılları ile aynı olup olmadığını asla bilemez.
     Bu o kadar büyük bir mucizedir ki, insanların birçoğu kavrayamamakta, bilenlerin çoğu ise anlamazlıktan gelmektedir. Allah insanlara doğdukları andan itibaren beyinlerinin içinde bir ekran izlettirmekte, her insanın ruhunu hayatı boyunca kafatası gibi küçücük, dar ve sıkışık bir yerde yaşatmaktadır. Ancak, izlettirilen görüntü o kadar muhteşem, o kadar detaylı ve o kadar aslının benzeridir ki, insanlar gerçekte nerede olduklarını dahi fark edememektedirler. Onlar, beyinlerindeki kopya görüntüleri izlerken ve kafataslarının içinde yaşarlarken, tekneyle denize açıldıklarını, uçakla göğe çıktıklarını, kilometrelerce yol katettiklerini zannetmektedirler. Hatta bu gerçek kendilerine defalarca anlatıldığı halde, gerçekte kafataslarının içinde yaşadıklarına bir türlü kanaat getirememektedirler. İşte bu, bir insanın dünyada karşılaşabileceği en büyük mucizelerden biridir. Bu mucizeyi derinlemesine düşünmenin, size yepyeni ufuklar açtığını göreceksiniz.


MAL HIRSINA KAPILAN İNSANLARIN EN BÜYÜK KORKULARI...


     Çevrenizdeki mal hırsına kapılmış insanların en çok nelere değer verdiklerini bir düşünün: iyi bir ev, lüks eşyalar, gösterişli mücevherler, son model bir araba, bankalarda yüksek miktarda para, yat... İşte bu nedenle de bu insanların en çok korktukları şey sahip oldukları tüm bu maddeleri beyinlerindeki bir ekrandan izledikleri ve asıllarıyla asla karşılaşamayacakları gerçeğidir.
     Oysa bu, 21. yüzyılda her insanın anlayabileceği şekilde açıklanmış, çok büyük bir bilimsel hakikattir. İnsanlar beyinlerinde oluşan bir kopya dünya içinde yaşarlar. Dışarıdaki dünya ile muhatap olmaları mümkün değildir. Çünkü sesi, ışığı ve kokuyu hiçbir şekilde geçirmeyen kafataslarının içine girebilen sadece bu maddelerden gelen elektriksel bilgilerdir.
      Resimdeki gibi para verip, arkada görülen muhteşem villayı satın alan insanın içinde bulunduğu durum da böyledir. Kendini bir villa satın alıyor ve para sayıyor zannederken, aslında beyninde oluşan bir görüntüyü satın almakta, karşısındaki kişiye de paranın kendisini değil, görüntüsünü vermektedir. Parayı alan kişi de gerçekte bir görüntü almaktadır. Yani ortada sadece bir görüntü alışverişi vardır.


DÜNYANIN EN ZENGİN İNSANI, ASLINDA DÜNYANIN EN FAZLA MÜLKÜNE DEĞİL... SADECE BU MÜLKÜN BEYNİNDE OLUŞAN GÖRÜNTÜSÜNE SAHİPTİR


     Size ait olduğunu sandığınız eşyaların gerçeklerine aslında hiçbir zaman sahip olamayacağınızı hiç düşünmüş müydünüz? Bu, lise biyoloji ve fizyoloji kitaplarında dahi okutulan, herkesin bildiği bilimsel bir gerçektir.
     Bir arabanız olduğunu düşünelim. İçine binerek direksiyonunu tuttuğunuz, gaz pedalına basarak istediğiniz gibi hız yaptığınız bu arabayı, aslında beyninizin içindeki bir ekranda izlersiniz. Önünüzdeki direksiyondan, hız göstergelerinden, dikiz aynalarından ve arabaya ait tüm parçalardan çıkan ışınlar gözünüzde elektrik sinyallerine çevrilir ve sinirler aracılığıyla beynin görme merkezine ulaştırılır. Böylece beyninizde, aslının aynısı olan bir araba görüntüsü meydana gelir. Ancak dikkat edin! SİZ ASLININ AYNISI OLAN, AMA ASLI OLMAYAN BİR GÖRÜNTÜ GÖRÜRSÜNÜZ.
     İsteseniz de hayatınız boyunca bu arabanın gerçeğini göremezsiniz. Çünkü siz ne yaparsanız yapın, arabanın görüntüsü hep beyninizin içindeki görme merkezinde oluşacaktır. Ne kadar isteseniz de görme merkezinde oluşan görüntünün dışında tek bir nokta dahi görme gücüne sahip değilsiniz. Bu nedenle aslında sahip olduğunuz, bu arabanın kendisi değil, bir kopyasıdır.
    Aynı şekilde gardrobunuzdaki elbiseleriniz, içinde yaşadığınız eviniz, mobilyalarınız ve size ait olduğunu düşündüğünüz tüm servetinizin sadece beyninizde oluşan kopyalarına sahip olabilirsiniz. Dolayısıyla dünyanın en zengin insanı, aslında dünyanın en büyük mülküne değil, sadece bu mülkün beyninde meydana gelen kopyasına sahiptir.


BEYİNDE BİR GÖRÜNTÜ OLAN FABRİKA, YAT VE ARSALARIN, KENDİLERİNİ BOŞA ÜZEN SAHİPLERİ

     Birçok insanın hayatta en çok değer verdiği şey evleri, fabrikaları, yatları, arsaları, mücevherleri, bankadaki hesapları, antikaları, kısaca maddi varlığıdır. Tüm hayatlarını bunları elde etmek için geçirir, gece-gündüz demeden çalışırlar. En büyük korkuları ise bir gün yıllarını vererek elde ettikleri bu mallarını kaybetmektir. Ancak bu insanlar sahip oldukları mal ve mülkün gerçek mahiyeti hakkında hiç düşünmeyerek, çok büyük bir yanılgıya düşmüşlerdir.

Çünkü "EVİM, FABRİKAM, YATIM, MÜCEVHERİM!" diye sahiplendikleri ve endişe içinde muhafaza ettikleri bu mallarının asıllarıyla asla karşılaşamazlar.
     Asla gerçek evlerinin içinde oturamaz, asla gerçek yatlarıyla gezemez, asla gerçek mücevherlerini takamazlar. Onlar sadece bu eşyalardan beyinlerine ulaşan elektrik sinyallerini, beyinlerindeki ekrandan izlerler. Bu izledikleri de gerçek mal ve mülklerinin birebir benzeyen kopyalarından başka birşey değildir.
     İşte bu büyük gerçek insanların tüm hırslarını, endişelerini bir anda anlamsızlaştırmakta, beyinlerindeki ekranda izledikleriyle övünenler, gösteriş yapanlar gerçekler karşısında çok küçük düşmektedirler. Ancak tüm ömürlerini, bu dünyada kazanç sağlamak için çalışarak tüketenler, ahireti unutup, yalnızca dünya hayatına yönelenler ölüm gerçeğiyle karşılaştıklarında çok geç olacaktır. Rabbimiz bu gerçeği "Keşke o ölüm kesip bitirseydi, malım bana hiçbir yarar sağlayamadı, güç ve kudretim yok olup gitti" (Hakka Suresi, 27-29) ayetiyle bizlere bildirir.


İNSANLIK ARTIK BÜYÜK GERÇEĞİ ANLIYOR


     Boğazda oturup, deniz manzarasını seyrettiğinizde, bu çok zevk aldığınız görüntü, gerçekte beyninizde oluşur. Yani siz, dışarıdaki gerçek denizi görmez, beyninizde oluşan kopyasını seyredersiniz. Göz sinirleri bir elektrik kablosu gibi, dışarıdan gözünüze gelen ışığı, elektrik sinyali olarak beyninizdeki görme merkezine taşır. Deniz manzarası ise, küçücük bir nokta olan bu görme merkezinizde oluşur. Oysa görme merkezinizde tek bir ışık, tek bir renk veya kıpırtı bile yoktur, çünkü kafatasınız ışığı içeri geçirmez. Buna rağmen bu küçücük ve kapkaranlık bölgede, son derece detaylı, alabildiğine renkli, hiçbir elektronik cihazın ürettiği ile kıyaslanmayacak kadar net ve üç boyutlu bir dış dünya seyredersiniz.
     Denizin ve gökyüzünün mavi rengi, bulutların beyaz görünümü, uzaktaki binaların ahşap rengi, elektrik sinyallerinin sizin beyninizde meydana getirdiği renklerdir. Siz, denizin, bulutların, gökyüzünün, binaların gerçek renklerini hiçbir zaman öğrenemezsiniz. Çünkü hiçbir zaman bunların asıl görüntüleri ile muhatap olmazsınız. Ancak beyninizin içindeki öylesine kusursuz bir görüntüdür ki, neredeyse gerçeği ile aynıdır. Bu yüzden siz doğduğunuz andan itibaren gördüklerinizin, dışarıdaki gerçek görüntüler olduğunu zannederek yanılırsınız. Oysa gerçek, sizin sürekli olarak beyninizde oluşan görüntüyü seyrediyor olmanızdır.
     Bu durumda, denizin gerçek renginin mavi olduğundan emin olabilir misiniz? Veya her insanın tıpkı sizin gibi bulutları beyaz, binaları ahşap rengi gördüğü kesin midir? İşte bunu asla bilemezsiniz ve hiçbir zaman da öğrenemezsiniz. Çünkü hiçbir zaman beyninizdeki mekandan çıkıp, dış dünyadaki gerçek gökyüzünü, denizi, binaları, bulutları göremezsiniz.
     Bu, hayatınızdaki en önemli gerçeklerdendir ve yüzyıllardır büyük bir itina ile insanlardan gizlenmek istenmiştir. 20. ve 21. yüzyılda meydana gelen bilimsel gelişmeler, bu gerçeğin çok açık olarak anlaşılmasına ve insanlığa kolaylıkla duyurulmasına vesile olmuştur. Bu hakikati görmezden gelmeyin ve mutlaka üzerinde düşünün.


EV Mİ SİZİN İÇİNİZDE, YOKSA SİZ Mİ EVİN İÇİNDESİNİZ?

     
Evinin bir odasında oturup, televizyon izleyen ya da yemek yiyip, ailesiyle sohbet eden bir insan, kendisi farkında olmasa da, aslında çok büyük bir mucize ile içiçedir. Bu büyük mucize, bir evin içinde oturan her kişinin gördüğü dört duvardan ibaret olan görüntünün, aslında o kişinin beyninin içinde olduğu gerçeğidir. Peki o halde ev mi sizin içinizdedir, yoksa siz mi evin içindesiniz?

İnsanların büyük bir çoğunluğu bu büyük gerçeği bilmez; kendilerini bir evin içinde oturuyor, o evin içinde televizyon izliyor ve sohbet ediyor zanneder. Bu gerçeği anlayan kişiler ise korktukları için bu büyük mucizeyi anlamazlıktan gelirler. Oysa anlamazlıktan geldikleri bu büyük gerçek, inkar edilmesi mümkün olmayan, bilimin de ortaya koyduğu kesin bir konudur. Evi oluşturan dört duvardan, duvardaki tablodan, televizyondan, yerdeki halıdan, renkli döşemeli koltuklardan ve tavandaki avizeden göze ulaşan uyarılar göz hücreleri tarafından elektrik akımına çevrilirler. Bu akımlar daha sonra beynin görme merkezine iletilir ve insan, içinde oturduğunu sandığı ev görüntüsünü gerçekte beyninin arkasındaki küçücük bir bölgede izler.      Burada insanın aklına çok önemli bir soru daha gelmelidir: Işığın içeri giremediği simsiyah kafatasının içindeki bu renkli ve canlı görüntüleri, göze, göz merceğine, retinaya, irise ihtiyacı olmadan gören kimdir?
     Sorunun cevabı, "insanın ruhu"dur.
     İnsanın kendisini bir odanın içinde zannetmesinin nedeni ise beyninde izlediği görüntülerin çok net ve gerçeğiyle ayırt edilemeyecek kadar aynı olmasıdır. Bu da başlıbaşına bir mucizedir.


BİR STADYUM DOLUSU İNSANIN HER BİRİ AYRI BİR MAÇI İZLER

     Bir futbol maçı izlemek için stadyumdan içeri giren kişi, içeride bulunan binlerce kişi ile aynı maçı izleyeceğini zannederken, gerçekte çok büyük bir yanılgıya düşmektedir.

Çünkü stadyumdaki her kişinin beyninde ayrı bir saha, ayrı futbolcular, ayrı izleyiciler, kısaca ayrı bir görüntü oluşur. Ancak herkes tek bir stadyumun, tek bir maçın olduğunu ve binlerce kişinin aynı maçı izlediğini zanneder. Hatta evlerindeki televizyonlardan bu maçı izleyen kişilerin de ekrandaki aynı maçı izlediğini zannederler.
Oysa her bir kişinin beyninde gerçeğinden ayırt edilmeyecek derecede aynı olan, izleyici sayısı kadar kopya yaratılır. Ne stadyumda oturanlar dışarıdaki görüntüyü, ne de evlerindeki televizyonun karşısında oturanlar ekrandaki gerçek görüntüyü göremezler. Çünkü hiçbir insanın beyninin içindeki ekrandan çıkıp, dışarıdaki görüntünün aslıyla muhatap olması mümkün değildir. Bu insanların tek görebildikleri şey beyinlerine ulaşan bilgilerin beyinlerindeki ekrandan yorumlanmasıdır. Gören ruhtur. Hem ruhu, hem aslına birebir benzeyen görüntüleri, üstelik her bir insan için ayrı ayrı yaratan ise göklerin ve yerlerin Rabbi olan Allah'tır.


BEYNİNİZDEKİ DERİN SESSİZLİĞİN İÇİNDE YÜKSEK SESLİ BİR KONSERİ DİNLEYEN KİMDİR?


     Dış kulak, çevredeki sesleri kulak kepçesi vasıtasıyla toplayıp orta kulağa iletir, orta kulak aldığı ses titreşimlerini güçlendirerek iç kulağa aktarır; iç kulak da bu titreşimleri sinirler aracılığı ile beyne gönderir. Duyma işlemi beyindeki duyma merkezinde gerçekleşir. Peki beyinde sesi duyan kimdir?
     Duyma merkezi sese tamamen kapalıdır. Yani dışarıdan ne kadar çok ses gelirse gelsin, dışarısı ne kadar gürültülü olursa olsun beynin içi daima sessizdir. Beyne ulaşan ses değil, sinir uyarılarıdır. Fakat bu derin sesssizliğin içinde en beğendiğiniz müzikleri, bir stadyuma yerleştirilmiş devasa kolonlardan yayılan en ünlü grupların konserlerini dinlersiniz.
     Hiç düşündünüz mü, sessiz beynin içinde, KULAĞA İHTİYAÇ DUYMADAN TÜM BİR STADYUMU DOLDURACAK KADAR YÜKSEK OLAN SESİ DİNLEYEN KİMDİR?
     Şuursuz et, kemik ve sinirlerden bir şuur, anlayış ve takdir edebilme yeteneği beklenemez. Ruhunuza "duyma ve görme yeteneğini" veren, sizi kusursuz şekilde yaratan Allah'tır. Bu, üzerinde düşünülmesi gereken ÇOK ÖNEMLİ ve MUHTEŞEM bir gerçektir.
     Üstelik bu şuur hiçbir zaman bir konserin aslını dinleyemez. Hiçbir zaman ünlü bir şarkıcının sesinin aslını işitemez. Onun işittikleri, asılların birer kopyasıdır. Ancak bu, o kadar gerçekçi, ASLIYLA TAMAMEN BENZER VE ÜSTÜN KALİTELİ BİR KOPYADIR ki, insan bunu hiçbir zaman ayırt edemez. Hayatı boyunca hep asıllarını işittiğini zanneder. İnsanların büyük bir çoğunluğunun fark edemeyeceği kadar gerçekçi yaratılan bu sesler, Allah'ın yaratışının bir başka mucizesidir.


GÖKYÜZÜNE ATILAN HAVAİ FİŞEKLERİ ASLINDA BEYNİNİZİN İÇİNDE İZLERSİNİZ


  Havai fişek gösterisi izleyen insanların çoğu, havai fişeklerin aslını gördüklerini sanırlar. Oysa, hiçbir zaman asıllarını göremezler, gördükleri kafataslarının içinde oluşan havai fişek gösterisidir. Çünkü, havai fişeklerin patlaması ile oluşan ışıklar insanın gözüne ulaşır ve göz hücreleri tarafından elektrik akımına çevrilirler. Bu elektrik akımları görme merkezine iletilir ve biz havai fişek görüntüsünü kafatasımızın arkasındaki bu yerde seyrederiz. Bu noktada bir kaç olağanüstü soru akla gelir:
1. Kafatasımızın içinde, elektrik uyarılarını havai fişek gösterisi olarak izleyen kimdir?      2. Kafatasımızın içi kapkaranlık, ıpıssızdır. Öyle ise bu zifiri karanlığın içinde, rengarenk, ışıl ışıl havai fişek gösterisini göze ihtiyacı olmadan izleyen kimdir?
     Karanlık kafatasımızın içinde, rengarenk, ışıl ışıl, parlak, derinliği olan ve son derece net görüntüleri gören, gördüklerinden zevk alan, heyecan duyan ve bu nedenle kendisini yaratan Allah'a şükreden, insanın ruhudur.
     İnsanın beyninde izlediği görüntüler o kadar net ve gerçeği ile aynıdır ki, insanların büyük bir çoğunluğu gördüklerinin gerçek gösteri olduğunu zannederler ve bu mucizeyi fark edemezler. BU DA APAYRI BİR MUCİZEDİR; ÇÜNKÜ ALLAH ŞU ANDA MİLYARLARCA İNSAN RUHU İÇİN MİLYARLARCA GÖRÜNTÜYÜ AYNI ANDA YARATMAKTA, VE ONLAR ASILLARINI GÖRDÜKLERİNİ ZANNEDEREK ALDANMAKTADIRLAR.
     Bu büyük mucizenin üzerinden bir kere okuyup geçmeyin. Üzerinde derin derin düşünün. Bu önemli gerçek size Allah'ın yaratışındaki mucizeleri görmeniz için önemli bir kapı açacaktır.


KARANLIK BEYNİMİZİN İÇİNDE RENKLİ BİR DÜNYAYI SEYREDİYOR OLMAMIZ, RUHUN VARLIĞININ DELİLİDİR


     İnsan gözü üstün teknolojiye sahip televizyonlardan çok daha kusursuz çalışır. Televizyonu oluşturan, özel sistemlere sahip modern laboratuvarlarda üretilmiş, birbirinden farklı özellikte yüzlerce parçadır. Gözü oluşturan ise hücrelerdir ve temel maddeleri protein ve yağlardır. Ama herşeye rağmen üstün teknolojiye sahip televizyonun oluşturduğu görüntü, gözün oluşturduğu görüntü ile kıyaslandığında çok eksik ve yetersiz kalmaktadır.      Bu nedenle tasarım uzmanları ve mühendisler yıllardan beri gözün sağladığı netlikte bir görüntü kalitesini televizyonlarda elde etmek için uğraşmaktadırlar. Ne var ki dev fabrikalarda ve gelişmiş laboratuvarlarda yürütülen araştırmalarla elde edilen netlik, gözdeki netliği yakalayamamaktadır.
     Örneğin televizyondaki görüntü iki boyutlu ve sadece belli renk aralıklarındadır. Gözü oluşturan hücrelerse bize 3 boyutlu, net, rengarenk, GERÇEĞİNE AYIRT EDİLEMEYECEK DERECEDE BENZER bir görüntü sunarlar.
     Gözdeki kusursuz tasarımın yanısıra üzerinde durulması gereken çok büyük bir konu daha vardır. Gözdeki hücrelerin görevi kendilerine gelen uyarıları elektrik sinyaline dönüştürerek beyne göndermektir. Beyinde ise bu elektrik sinyalleri ışıklı, renkli ve derinliği olan bir görüntü olarak seyredilir. Ancak unutmamak gerekir ki beynin içi kapkaranlıktır çünkü beyin ışığı içeri geçirmez. Yani beynin içinde aslında bir görüntü de oluşmaz. Dış dünya ile ilgili herşey beynimizin içindeki zifiri karanlığa ulaşan elektrik uyarılarından ibarettir.
     Bu karanlığın içinde GÖZE İHTİYAÇ DUYMADAN dış dünyayı gören, elektrik uyarılarını dışarıdaki masa, ağaç, gökyüzü, ev, canlı ve cansız varlıklar olarak gören bir şuur vardır. Bu şuur Allah'ın insanlara verdiği ruhtur.


MATERYALİSTLERİN GİZLEDİĞİ OLAĞANÜSTÜ GERÇEK, 21. YÜZYILDA ORTAYA ÇIKTI

     Alışveriş yapmak için marketten içeri giren bir insan ?kendisi farkında olmasa bile- gerçekte çok büyük zorluklarla karşı karşıyadır.      - Çünkü beynindeki ekrandan izlediği bir görüntü içinde hızla ilerlemesi gerekecektir.
     - Bu arada beynindeki ekrandan izlediği insanlar yanından hızla geçerken, onlara çarpmaması gerekecektir.
     - Aynı zamanda beynindeki ekranda gördüğü raflardan, asılları ile asla karşılaşamayacağı yiyeceklerden seçmesi gerekecektir.
     Bunun nedeni insanın dış dünyaya ait olan her türlü ayrıntıyı sadece ve sadece beynindeki bir ekrandan seyretmesi, bu ekrandan dışarı asla çıkamamasıdır. Her insan hayatı boyunca sadece beynine ulaşan kopya görüntüleri görür, asla bu görüntülerin gerçeklerine ulaşamaz.
     Peki insanın bütün hayatını beyninin içindeki bir ekrandan izlerken yürümesinin, koşmasının, alışveriş yapmasının ne kadar zor olduğunu hiç düşündünüz mü?
     Ancak Allah üstün bir ilme sahip yaratışı ile insana bu zorluğu hiç hissettirmemektedir. Hatta insanların büyük bir çoğunluğu, dünyayı beyinlerindeki bir ekranda izlediklerinin dahi farkında değildirler.
     Belki bu mucizevi durum üzerinde şu ana kadar hiç düşünmemiş olabilirsiniz. Çünkü materyalist bilim adamları bu gerçeği bugüne kadar tüm insanlardan gizlediler. Ancak 21. yüzyılda asırlardır gizlenen bu mucizevi gerçek, bilim tarafından ortaya çıkarıldı.


EKŞİ OLAN LİMON DEĞİL, BEYNİMİZDE ALGILADIĞIMIZ KOPYASIDIR



     Limon yediğimizde ekşi tadı hissederiz. Ancak bu tadı hisseden dilimiz değil beynimizdir. Beynimiz, dilimizden başlayarak kendisine ulaşan uyarıları ekşi bir tad olarak algılar.      Ancak beynimiz hiçbir zaman bu hissettiklerinin aslıyla muhatap değildir. Çünkü aldığımız tadlar, kokular, gördüğümüz görüntüler sadece beynimize ulaşan elektrik akımlarından ibarettir. Beynimize limonun kendisi değil, sadece aslının bir kopyası ulaşır.
     Bu durumda, limonun aslıyla hiçbir zaman muhatap olamıyorsak, nasıl bu ekşi tadı hissederiz?
     Dilimize bir elektrodla gerekli şiddette elektrik akımı versek yine limon yediğimizi zannederiz. Oysa ortada ne limon ne de tad vardır. Bu ekşi tadı hissetmemizin sebebi limonla muhatap olmamız değil, beynimizin kendisine ulaşan elektrik akımını yorumlayışıdır.
     İnsanların büyük bir çoğunluğu nesnelerin aslını görüp hissettiğine inanır ve buna göre yaşadığını düşünür. Fakat, gerçekte bu dış dünyanın aslıyla muhatap değildir. Bu durumda şunları düşünelim:
     Beynimizde kopyasını gördüğümüz nesnelerin dışarıda aslı var diyoruz ama ya dışarıda asılları yoksa? Çünkü, hiçbir zaman bunu deneme ve görme imkanımız yok. O zaman dışarıda asıllarının olduğu ihtimali şüpheli değil mi? En azından her iki ihtimal de % 50-% 50. Öyle ise nesnelerin asıllarının olduğundan nasıl emin olabiliriz?
     İşte bu, insanlık tarihinin en büyük sırlarından biridir.


BEYİNDEKİ KOPYA HAYATIN ANLAMAZLIKTAN GELİNMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR


     Yemek için elinize aldığınız bir şeftalinin önce yuvarlak şeklini görür ve parlak rengini fark edersiniz. Daha sonra tüylü dokusunu, şeftaliye has keskin ve hoş kokusunu hisseder, bundan zevk alırsınız. Bir şeftali dilimini tattığınızda ise tadını, yumuşaklığını, kokusunu hissedersiniz. Ancak gerçekte elinizdeki şeftali aslının bir kopyasından başka birşey değildir. Sizin şeftalinin aslını görmeniz, koklamanız veya tadını almanız ise mümkün değildir. Bu, insanların anlamazlıktan geldiği olağanüstü bir mucizedir.      Şeftaliyi yediğimiz zaman aldığınız tat, dil üzerindeki tat algılayıcılarının beyne ulaştırdıkları elektrik sinyallerinin hissedilmesidir. Bu durumda dikkat edilmesi gereken şey, dilin hiçbir zaman gerçek algılayıcı olmadığıdır. Siz şeftalinin aslından gelen tadı ağzınızda hissettiğinizi düşünürsünüz. Ama aslında bu tamamen bir yanılgıdır. Şeftalinin lezzeti ve görüntüsüne dair tüm bilgiler beynin tat alma merkezinde oluşmaktadır. Beyne ise şeftalinin şekeri veya lezzeti değil, sadece elektrik sinyallerinden oluşan bilgiler iletilmektedir. Beyinde tadı algılayabilecek bir dil yoktur. Dili, dili oluşturan kası, alıcıları olmaksızın meyvenin lezzetini hisseden ve bundan zevk alan insanın RUHU'dur.
     Ruhun algıladığı bütün hisler gerçeği ile ayırt edilemeyecek derecede kusursuzdur. Bu yüzden insanlar bu gerçeği bir türlü fark edemezler.
     İnsanların bu apaçık gerçeği hiç düşünmeden yaşamaları ve bu gerçeği kavrayamamaları da ayrı bir mucizedir.


İNSAN ANCAK BEYNİNDEKİ YEMEKLERİ YİYEBİLİR


     Çok çeşitli yemeklerin bulunduğu bir ziyafet sofrasında oturan bir kişi, sofrada gördüğü yemekleri yediğini zanneder. İşte bu insan, her insanın düştüğü çok büyük bir yanılgıya kapılmıştır. Çünkü bu kişi gerçekte dışarıdaki yemek sofrasındaki asıl yemekleri değil, beyninde görüntüsü oluşan sofradaki yemeklerin kopyalarını yer. Tadı alan beynidir, dili ya da damağı değil. Kırmızı elmaların, yeşil sebzelerin rengini gören beynidir, gözü değil. Yine birbirinden lezzetli yiyeceklerin kokusunu duyan beynidir, burnu değil... Herşey kafatasının içindeki küçücük bir bölgede gerçekleşir. Bu kişinin gerçek yemek masasında oturması, gerçek yemeklere dokunması, gerçek yemeklerin kokusunu alması ve gerçek yemekleri yemesi mümkün değildir. O sadece asıl yemeklerin kopyalarıyla muhatap olur.
Bu kişinin bu önemli hataya düşmesinin nedeni ise dışarıdaki yemek sofrası ile beyninde kopyası oluşturulan yemek sofrasının, birbirinin birebir aynısı olmasıdır. Bu nedenle de gerçeği ile kopyasını birbirinden ayırt edemez. Gördüğü herşeyin aslına ulaşabildiğini düşünür, ama bu sırada beyninin içinden dışarı asla çıkamaz.      İşte bu, insanın derin düşünerek ulaşabileceği olağanüstü bir gerçektir. Bu mucize, aslında lise biyoloji kitaplarında bile anlatılmakta, ama insanlar önyargıları nedeniyle bu gerçeği kavrayamamakta veya anlamazlıktan gelmektedir.
            

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder